

Varolmanın verdiği acı üzerine düşünmek gerçekten delirtici. Belkide beni sistemden ayıran da buydu. Bu arzu ve amaçla günlerdir rüyalarımda bana bahşedilen kehanetlerin gerçekliğini görmek için kararlılıkla yürüyorum. Attığım her bir adımda biraz daha kendi gerçekliğimden kopup başka bir evrene geçiş yapıyorum... Sahi, neydi gerçek olan?
On üç gün sonunda rüyamda gördüğüm yerin yakınlarına ulaştım. Şimdi ise bana bir işaret gerekiydi. Kehaneti gerçekleştirmek için bir ipucu arıyordum. Gökyüzüne baktım, gün batıyordu. Tatlı tatlı esen rüzgar, ayaklarımın altındaki toprak, gökzüyünde uçan görkemli kuşlar ve şu ileride duran söğüt ağacı... Sanki bütün tabiat benim orada bulunmamı kutluyordu. Efendilerini selamlıyor ve güneş yerini diğer yıldızlara bırakmak için huzurumdan çekiliyordu. Tam o an gözlerimi kapadım. Kollarımı iki yana açtım. Avuç içlerimden biri yukarı, diğeri ise aşağı gösterecek şekildeydi. Bütün rüyalarımı baştan sonuna kadar beynimde canlandırmaya başladım. Sonra gözlerim hala kapalı bir şekilde ve hala aynı vücut pozisyonunda sola doğru yavaşça dönmeya başladım. Rüzgar bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ben döndükçe rüzgar daha sert esiyordu. Tam otuzuncu dönüşümü tamamladıktan sonra dizlerimin üstüne düştüm.
Gözlerimi yavaşça açtığımda ise önümde bir tilki duruyordu. Oturur vaziyette olan bu tilki, asil duruşuyla bir aziz olduğu izlenimini veryordu. Tilkinin iki gözünün tam ortasında kalan ve anlına yakın bir yerde siyah renkte bir ateş simgesi vardı. Tilki beni iyice süzdükten sonra konuşmaya başladı.
‘’ Yer değiştirsin gündüz ve gece. Dönsün ruhlar karanlık ebediyete’’
Güneş artık batmış ve yıldızlar yavaş yavaş görünmeye başlamıştı. İçimdeki o tanımadığım ama gücü devasa olan enerji bütün bedenimi sardı. Artık başka bir boyuta, bir bilinmezliğe geçiş yapıyordum. Avuç içlerimden biri dizimin üzerinde gökyüzüne dönük, sağ avuç içim ise toprakla temas halindeydi. Bütün bedenimde inanılmaz bir enerji geziyor ve beni giderek hafifletiyordu. Tilkinin gözlerine odaklanmış bir şekilde söylediklerine eşlik ettim.
‘’Yer değiştirsin gündüz ve gece. Dönsün hükümdar karanlık ebediyetine.’’
Aziz tilki doğruldu ve söğüt ağacına doğru ilerlemeye başladı. Onu arkasından takip ederek söğüt ağacına ulaştım. Tekrar diz çöktüm ve alnımı ağacın gövdesine, avuç içlerimi ise köklerine uzattım. Ruhum toprağın altına erişti ve söğüdün kalbine ulaştı. Yıldızlı bir gökyüzünün altında, önümde bir söğüt ve yanımdaki aziz bir tilki ile tabiat enerjisinine sahip oldum. Enerjiyi hissettikçe etrafımdaki her şey parıldamaya başladı. Tilkinin gözleri, söğüdün yaprakları ve en çokta yıldızlar...
Üç gün üç gece bu halde kadım. Ne tilki yerinden kıpırdadı ne de ben. Üçüncü gecede ise söğüt mırıldandı.
‘’Toprak, su, hava ve ateş. Ersin ruhlar sonsuz bilgeliğe’’
Avuçlarımı topraktan çekerek ağacın gövdesine bastırdım. Kafamı geriye atıp gözlerimi yukarı diktim. Ardından söğüdün dediklerine eşlik ettim.
‘’Yosun, yıldızlar ve lavanta. Açılsın kapı, çıkılsın taştan merdivenler’’
O an söğüt ağacı ortadan ikiye ayrıldı. Ağacın altında ise büyükçe bir delik vardı. Delikten aşağıya baktığımda yıldızları gördüm. Hiç kuşkusuz bu geçmem gereken son evre ve kapıydı. Bundan sonra belki de başka bir formda uyanacak ve bu yaşadıklarımı hiç hatırlamayacaktım. Arkamda duran tilki yanıma yaklaştı ve delikten aşağıya baktı. Yüzünü bana çevirdiğinde göz göze geldik ve konuşmaya başladı.
‘’Tabiatın ve gökyüzünün bilgeliği birbirini tamamlayan iki önemli disiplindir. Fakat hiç kuşkusuz bu ikisinin enerjisine sahip olmak sadece hükümdarların kaderidir. Hükümdarlar, yıldızlar kapısından geçtikten sonra yeni bir enerji formuna dönüşür. Bu yolda bütün kudret kaybolur ve bütün sırlar unutulur. Size bahşedilen bu gücü en başından beri bilerek buraya geldiniz’’
Kafamı gökyüzüne kaldırıp derin bir iç çektim ve gözlerimi kapadım.
‘’Ya unutmazsam?’’ diye sordum tilkiye dönerek. Tilkinin dehşetle gözleri birden açıldı.
‘’Yüce efendinin kudreti oldukça güçlü. Eğer sadece kudretiniz kaybolur fakat sırları unutmaz ya da bir kısmını hatırlarsanız o zaman bu, siz Lavanta kapısını açana kadar büyük bir manevi yük altında yaşamınızı devam ettireceğiniz anlamına gelir. Lavanta kapısı döngüyü kıran ve sizi bambaşka bir forma ulaştıran bir seviyedir. Benim gibi bir aziz, orada neler olduğunu bilemez efendim. Dolayısıyla lavanta kapısı bir lanet mi yoksa en yüce kudrete sahip olmak mı bilinmez.’’
Yüzümde tatlı esen rüzgarı hissederken saçlarım tıpkı söğüdün yaprakları gibi narin narin hareket ediyor ve gözümün önüne geliyordu. Gözümün önündeki saçlarımı kulağımın gerisine attım ve tilkiye doğru döndüm.
‘’Sana doğrusunu söyleyeyim. Ben sıradan bir hükümdar değilim. Senin gördüğün bütün hükümdarlar sizi hazırlamak için buradaydı. İşte bu sebeple, ben lavanta kapısını açacak ve daha önce hiçbir hükümdarın görmediklerini göreceğim. Benim orada yapacağım bütün eylemler ardımda bıraklarımı etkileyecek. Çünkü ben uyanmış bir ruh olarak varoldum.’’
Tilki korkuyla bir adım geri çekildi. Elimi onun üstüne doğru götürüp şu sözleri söyledim.
‘’Kutsal söğüt yarıldı, göründü yıldızlar. Aziz ateş geri dönecek ve iletecek bir emaneti...’’
Tilkinin ve söğüdün her bir zerresi ışık saçmaya ve yer altından korkunç bir uğultu duyulmaya başlanmıştı. Ben bir lanet miydim yoksa bir kurtarıcı mı? Arkamdaki yıldız kapısı daha da şiddetlenmeye başlamıştı. Bu da buradaki zamanımın dolduğunu ve artık gitmem gerektiğini gösteriyordu. Söğüdün bütün enerjisi kapı için harcandığından, sadece tilkinin enerjisini kullanarak geriye dönük bir iz ve işaret gönderebilirdim. Ben de öyle yaptım. İşimi bitirdikten sonra tilkiden geriye kalan beyaz ışığın geldiğim yoldan geriye doğru döndüğünü izledim ve kendimi yıldızlar kapısından aşağıya bırktım.