

Angelus tam on üç gün boyunca derin uykuda kaldı. Yardımcı Aravel, baş ustanın emirleriyle çırakla yakından ilgilendi. Kaldığı oda şifalı tılsımlarla ve objelerle donatılmıştı. Şöminenin ateşi bile bu ambiyanstan ötürü yeşil renkteydi. Zaman zaman baş usta ve ikinci büyük usta onun odasına gelir, hem çırağın durumunu gözlemler hem de ona şifa büyüleri yaparlardı. Bu kadim büyücülerin güçlü büyülerine rağmen Angelus’un bu derin uykusu kaygı vericiydi. Zira bu büyüler öylesine güçlüydü ki etkisini anında gösterirdi. Fakat çırak Angelus’un durumu farklıydı. Onun durumundaki birini ancak buna sebep olan kutsal güç değiştirebilirdi. Aidanın mührü Angelus’un kaderini tamamen değiştirmişti. Bu da genç çırağın enerjisinin değişmesine sebep olmuştu. On üç gün boyunca uyuyor görünen Angelus aslında bir başkalaşım yaşıyordu.
On üçüncü günün gün batımında Angelus gözlerini yeni kaderine ve seçimlerine açtı. İlk gördüğü şey odasının tavanına vuran turuncu kızıl tonlarındaki gün ışığıydı. Yerinden kalkmadan sakince başını sağa sola hareket ettirerek nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Sonra gözlerini tekrar tavana dikti. Gün batımlarını çok severdi. Bu sebeple her gün batımında avluda büyüler çalışır ve gün batımından ilham alırdı. Günün bu zamanı onun enerjisini hep beslerdi. Aida bu zamanlarda genelde tepelerde olur ve şifalı ot topladıktan sonra gün batımını izlerdi. Tepeler akademiden daha yüksekte olduğu için burada gün batımı daha net görünürdü. Bazen Aida tepelerden erken döner ve şatonun çatısına çıkıp oradan gün batımını izlerdi. Gün batımı bittiğinde ise Angelus’un yanına gelir ve ona topladığı şifalı otlardan verip hikayeler anlatırdı. Aida istese gün batımını Angelus ile birlikte izleyebilirdi fakat o, genç çırağın kendi kendine çalışmasını ve enerjisini beslemesine alan tanıması gerektiğinin daha doğru olduğunu düşünmüştü.Bu sebeple Aida gün batımlarını yanlız geçirirdi. Bir keresinde Angelus Aida’nın istediği zaman ona katılabileceğini bundan memnun olacağını söylemişti fakat Aida kaşlarını çatarak ‘’Günün o zamanları meşgul oluyorum. Hem zaten sonrasında buluşuyoruz.’’ diyerek durumu kestirip atmıştı. Angelus başlarda bunu garip bulmuş fakat daha sonraları Aida’nın bunu onların gelişimi için yaptığını anlamıştı. Çünkü genç yaşlarında ellerinde olan öğrenme motivasyonu ve öğrenmeye ayırabilecekleri enerji yıllar geçtikçe azalırdı. Bu sebeple çok genç yaşlardan itibaren kişi kendini ne kadar iyi geliştirebilirlerse o kadar iyiydi. Bu olay Angelus’un Aida’ya olan saygısını arttırmış ve aralarındaki bağı güçlendirmişti. Akademinin en bilge çırakları olan bu iki kafadarın birbirilerine yoldaş olması zamanla onları çırakların içinde en güçlü yapmıştı. Angelus şimdi o zamanlara geri dönmek isterdi. Gün batımında hissettiği enerjinden geriye şimdilerde bir iz bile kalmamıştı.
Sahi ona ne olmuştu? Bir an için yaşadıklarını hatırlamaya çalıştı. Tam bu sırada karnına bir ağrı girdi. Sanki birileri karnına durmadan bıçak saplıyor gibiydi. Angelus acıdan kıvranmaya başlarken odaya yardımcı Aravel girdi. Angelus’ un uyandığını görünce Aravel kollarını açarak ‘’Şükürler olsun Angelus!’’ dedi ve koşarak genç çırağın yanına gitti. Aravel, Angelus’un yatağının yanına vardığında ise çırak ona doğru yan dönerek kolundan tuttu ve ‘’Karnım!’’ diye haykırdı. Yardımcı Aravel kolunu tutan çırağı bırakmadan ona doğru eğildi ve diğer eliyle çırağın kafasını sağ omuzuna bastırarak şu tılsımlı sözcükleri söyledi.
‘’Sanus fieridos! Hançerler sussun, acılar dinsin.’’
En temel şifa tılsımlarından olan bu sözleri söylerken Aravel ve Angelus’un gözleri altın sarısına döndü. Fiziksel temasları olan kolları da tamamen bu renge bürünüp ışık saçmaya başladı. Aravel kendi enerjisini Angelus’un bedeninde işleyerek ona şifa veriyordu. Bu şifalı sözcükler yavaş yavaş Angelus’un acısını dindirdi ve onu biraz da olsa rahatlattı. Aravel çırağı tekrar sırt üstü yatırdı. Angelus hızlı hızlı nefes alıp veriyor ve aldığı şifaya alışmaya çalışıyordu. Aravel çırağın üstünü örttü ve sol eliyle Angelus’un alnına düşen kısa dalgalı saçları geriye doğru itti. Angelus’ un ter içinde kalan alnına avucunu koydu ve ona şatoda güvende olduğunu, her şeyin iyi olacağını telkin etti. Böylece Angelus biraz daha sakinledi ve nefes alışverişleri düzene giridi. Genç çırağın toparladığını gören Aravel baş ustaya haber vermek için boynundaki kristal parçasına fısıldadı. Çağrıyı alan baş usta çok geçmeden ikinci büyük usta ile odaya girdi. Ustaları gören Angelus doğrulmak için Aravel’den yardım istedi. Her ne kadar baş usta rahat olması konusunda eliyle işeret etse de Angelus iyi olduğunu belirterek Aravel’in yardımıyla yatağında doğruldu. Baş usta hiç uzatmadan konuya girdi.
‘’On üç gündür derin bir uykudaydın Angelus. Seni iyileştirmek için herkes seferber oldu. Sana şifa verebilecek ne kadar büyü varsa yaptık. Diğer çıraklar sana şifalı otlar getirdi ve Aravel seninle sürekli ilgilendi. Çabalarımızın sonunda sonuç vermesi güzel. İyice toparlanman için de elimizden geleni yapacağız. Aravel bu süreçte sana yardım etmeye devam edecek.’’
Angelus kendini güvende hissetti. Genç çırak sancıyan karnını tutarken İkinci büyük usta söz aldı ve ‘’Sana ne olduğunu öğrenmek istiyoruz Angelus. Bize herşeyi anlat, böylece biz de sana bunu yapanların peşine düşebiliriz.’’ dedi. Angelus önce ikinci büyük ustaya sonra da diğerlerine baktı.
‘’Hatırlayamıyorum. Anılarım kesik kesik.’’ dedi hüzünle Angelus. Baş usta Marcel Angelus’un karşısına yatağa oturdu ve cebinden sarı renkte bir cevher çıkardı. Cevheri Angelus’a vererek konuşmaya başladı.
‘’Şimdi yapacağım büyüyle bu cevher sayesinde anılarını hatırlayacaksın. Biz hikayenin bir kısmını biliyoruz ama asıl kısım senin içinde bir yerlerde. Cevhere bak, o sana anılarını gösterecek.’’
Baş usta Marcel söylediği gibi büyüsünü yaptı ve sarı cevher ışıldamaya, Angelus’ a anılarını görmeye başladı. Ancelus bir yandan da neler gördüğünü odadakilere aktarıyordu.
‘’Kuzey ormanında koşuyorum. Şimdi bir ışık gördüm ve durdum. Bu ışık bir kişi fakat bana arkası dönük. Ona doğru sesleniyorum. Sonunda kafasını çevirdi...’’ tam o anda Angelus’un nutku tutuldu. Gözleri kocaman açıldı. Hatıraları adeta o yüzü gördüğünde geri dönmüştü. Baş usta Marcel ‘’Devam et Angelus.’’ dedi. Angelus cevheri avucunun içinde sıkıp gözlerini kapattı. O gözlerini kapattığında ise gözyaşları yavaşça yanaklarından aşağıya süzüldü.
‘’Aida eskisi gibi değildi. Bir süredir onda değişimler fark ediyordum. Benden git gide uzaklaşmıştı. Bazı günler ağzını bıçak açmıyordu. Yüzü bazen tıpkı hayalet gibi bembeyaz olurdu. Bir keresinde yanımda kendi kaybetti ve düşmemesi için onu tuttum. O an gözlerine baktığımda göz bebeklerinin beyazlaştığını ve ızdıraptan gülmeye başladığını gördüm. Dehşet bir yüz ifadesiydi ve çok korkmuştum. Onu kucağıma alarak Usta Henry’e götürdüm. Usta onu gördüğü anda dona kaldı sonra kendine geldi ve ona şifalı büyüler yaptı. Önce birinin ona kara büyü yaptığını düşündük ama işin aslı öyle değilmiş. Biz Aida’nın kara büyü etkisinde olduğunu düşündüğümüzden onunla ona göre ilgilenmiştik fakat bir akşam üstü Aida bir anda kayboluverdi. Şatonun her yerinde onu araken en sonunda avluda karşılaştık. Elinde büyükçe bir asa vardı. Asayı üç kere yere vurdu. O her asayı yere vurduğunda yer sarsıldı, gökyüzünde birden kara bulutlar kapladı. Yer sarsıntısında dengemi kaybedip düştüm ve kafamı bir yere vurdum. Bir anlığına gözüm karadı ve kendime geldiğimde ise o gitmişti...’’
Baş usta Marsel ikinci büyük ustaya dönerek ‘’Kadim asa’’ dedi. Sonra Angelus’a dönerek asaya ne olduğunu sordu. Angelus kafasını iki yana salladı ve devam etti.
‘’Gözlerim karamadan önce asayı havaya kaldırdığını ve asanın küçük ışıklara dönüştüğünü gördüm, sanırım asayı parçaladı.’’
Yardımcı Aravel bu sözleri duyunca dizlerinin üzerine çöktü ve acı içinde ‘’Benim hatam! Yüce ustalar, beni cezalandırın. Bu kadim emaneti yeterince iyi koruyamadım. En ağır cezayı hak ediyorum.’’ dedi. Baş usta Marcel eliyle Aravel’e kalkmasını emretti.
‘’Bu senin suçun değil çocuğum. Kadim asadan bizler de sorumluyduk. Hem üstelik kimse Aida’nın böyle bir şey yapacağını tahmin bile edemezdi. Şu an desteğe ihtiyacımız var, kedere değil.’’
Yardımcı Aravel boynu bükük ayağa kalktı. Bu kaos onun kalbinin en derinlerine bir hançer gibi saplanmıştı. Burası bilgeliğin cennetiyken birdenbire herşey altüst olmuştu. Korumaya yemin ettiği kadim bir emanet kolayca ele geçirilip tuzla buz olmuştu. Bu utancı ömrünün sonuna dek yaşayacaktı. O kadar ağır bir yüktü ki bu onun için gözlerini yerden kaldırmaya casaret bile edemedi. İkinci büyük usta Aravel’in yanına gitti ve omuzuna dokunarak onu teselli etmeye çalıştı. Bu sırada Baş usta Marcel Angelus’ dan hikayeyi devam ettirmesini istedi.
Angelus baş ustanın dediğini yaptı ve olayları anlatmaya devam etti.
‘’Kendime geldiğimde Aida çoktan gitmişti. İçimden bir ses onu kuzey ormanında bulacağımı söyledi. Bilemiyorum o an sanki hipnozda gibiydim. Kuzey ormanında onu neredeyse elimle koymuş gibi buldum. Bir ışık kaynağı gibi parlıyordu. Ona seslindiğimde yüzünü bana döndü. Yüzü öylesine parlaktı ki sanki başka bir evrenden gelmişti. Ona ‘’Aida sana yardım edeceğim bana gel’’ dedim. ‘’Evet, bana yardım edeceksin. Sen bana gel.’’ dedi ve ellerini uzattı. Ona doğru yürüdüm ve ben de elimi uzattım. Yakınına geldiğimde beni kendine doğru çekti. Sarılmıştık fakat sonra karnımda bir acı hissettim. Sağ eli karnımdaydı. Acıyla bir ona bir de karnıma baktım. Elini koyduğu yer tam anlamıyla parlıyordu fakat benim nefesim kesimişti. Elini çektiğinde dizlerimin üzerine düştüm. Öylece yerde kaldım ve bilincimi kaybettim. Tekrar kendime geldiğimde Aida gitmişti. Karnımındaki büyük acıyla yerde kıvranırken dördüncü büyük usta yanımda belirdi. Ondan yardım istedim fakat beni hırpalayıp durdu.’’
Baş usta Marcel kafasını salladı ve ayağa kalkarak ‘’Bundan sonrası hepizmizce malum Angelus. Masumiyetine inanıyoruz. Karnındaki acının sebebi bir mühür. Aida senin bedeninde güçlü bir iz bıraktı fakat bu mührün bir hediye ya da lanet olması ihtimalini anlamak sen bize her şeyi anlatana dek güçtü. Ancak şimdi sanıyorum ki bu bir lanet veyahut bir araç. Bu mührü sana yaparken gelecekte senden geri alacağı bir şey bıraktı. Bu da demek oluyor ki geri dönecek ve biz o geri döndüğünde her ne yapmayı planlıyorsa onun karşısında daha güçlü olmak zorundayız. Aida en yakınına bile zarar verdiyse önümüzde büyük zorluklar bizleri bekliyor demektir. Akademinin ve herkesin güvenliğini sağlamak için herkese ve her türlü bilgiye ihtiyacımız olacak. Üçüncü büyük ustaya gelince, biz onun icabına çoktan baktık dolayısıyla bu konuda müsterih ol. Şimdi dinlen ve gücünü topla.’’ dedi.
Angelus yavaşça üzerindeki kıyafeti yukarı doğru kaldırdı ve karnındaki mührü gördü. Mührün gücünü en derinlerine kadar hissedebiliyordu. Bu mühür sanki onda bir şeyleri değiştirmiş dönüştürmüştü. Sorgulayan gözlerle odadakilere baktı. Sonra baş ustaya dönerek ‘’Farklı hissediyorum’’ dedi Angelus. Baş usta genç çırağa mühür sebebiyle mevcut enerjisinin değiştiğini anlattı. Angelus kaderinin mühür yüzünden değiştiğini anlamıştı. Onun yaşama amacı artık değişmişti ve henüz bilmediği bir amaç uğrunda belki de yitip gidecek bir araç olacaktı. Bir insandan birdenbire bir şeye dönüşmüştü. Bu gerçeklik onun suratına öylesine çarptı ki genç çırak ‘’Ben bir şey değilim.’’ diye sayıklamaya başladı. Odadakiler onu sakinleştirmeye çalışıp güçlü olmasını telkin ettiler. Bu sırada aklını kaybetmesin diye ona şifalı büyüler yapıp uyuttular. Kaygıyla uykuya dalan bu melek yüzlü genci hüzünle seyrettikten sonra dışarı çıktılar. Herkes kendi yoluna giderken akıllarında binlerce soru, kalplerinde ise endişe, korku ve öfke vardı.