

Yeryüzüne gece çöktüğünde, büyük ustalar baş ustanın odasında toplanmaya başlamıştı. Odaya giren herkes baş usta Marcel’i endişeyle kitaplarının arasında bir oraya bir buraya gelip giderken buldu. Zavallı yaşlı adam aralarında en bilge olandı ama ömrü hayatında ilk defa böylesine büyük bir kaosla karşılaşmıştı. Bu gizemli durumun bilinmezliği şatodaki kaosu besliyor ve herkesin içindeki korkuyu körüklüyordu. Baş usta Marcel’in bilgeliği ve tecrübesi bile sorulara cevap olamıyor, bir türlü çözüm bulunamıyordu. Baş usta’nın yardımcısı Aravel, ustasının elindeki kitapları aldı ve masasının üstüne koydu. Ardından oturması için ustanın sandalyesini çekti. Odadaki diğer dokuz usta da büyük masanın etrafındaki yerlerine oturdular. Fakat bir eksiklik vardı çünkü üçüncü büyük ustanın yeri boş kalmıştı. Onun nerede olduğunu o odada sadece dört kişi biliyordu. Diğerleri ise bütün bunlardan üçüncü büyük ustanın sorumlu olduğunu ve bu nedenle ortadan kaybolmasının muhtemel olduğunu düşünüyorlardı. Baş usta Marcel yerine oturduğunda, ustaların kendi aralarında fısıldaştığını gördü. Teker teker onların baktı ama üçüncü büyük usta Henry’i yerinde göremedi. Kaşlarını çatarak Aravel’e döndü.
‘’Usta Henry nerede kaldı?’’
Baş ustanın sağında ayakta emir bekleyen Aravel hemen ona yaklaştı ve kulağına eğildi.
‘’Diğer çırağın sorgusunu bitirmiş olmalı. Sanıyorum birazdan burada olur.’’
Baş usta Marcel sol elini dudaklarına götürerek arkasına yaslandı ve önündeki masa örtüsünün desenlerine bakmaya başladı. Yaşlı adam aslında diğerlerine ne diyeceğini düşünüyor ve olanları bir mantığa oturtmaya çalışıyordu. Bu sırada, olanlardan en çok üçüncü büyük usta Henry’i sorumlu tutan dördüncü büyük usta Diadus hararetle etrafındaki ustalara olan bitenin değerlendirmesini yapıyordu. Diadus’un Henry’e olan öfkesi, onların çıraklık dönemlerine kadar uzanan bir hikayeydi. Çıraklıklarından beri Diadus hep Henry’nin gölgesinde kalmış ve hırsıyla kendini tüketmişti. Bu hırsı onu manevi olarak kırılgan ve bir o kadar da tehlikeli birine dönüştürmüştü. Diadus’un böyle bir maneviyatla on bir ustadan üçünlüğe gelmesi düşündürücüydü. Keza büyük ustalar bilgelikleri ile bilinirlerdi. Bilgeliğe erişmek de zekadan öte güçlü bir maneviyat gerektirirdi. Diadus manevi yetersizliğinden birhaber yıllarca Henry’i kıskanmıştı. Bu uğurda sırf Henry’ i geçmek için kendisini hep aşırı zorlamış ve özünü unutup, hırsını yaşama amacı haline getirmişti. Diadus’a kıyasla Henry tam anlamıyla bir elitti. Hem manevi hem de bilgelik olarak kusursuzlukla kutsanmış gerçek bir büyük ustaydı. İkinci büyük ustayla Henry’nin arasındaki tek fark ise ikincinin kendisinden daha yaşlı ve tecrübeli olmasıydı. Zira baş usta ve ikinci büyük usta ikizdiler. Bu iki yaşlı adam Henry’i bir sonraki baş usta olarak görüyorlardı. Diadus bunu içten içe biliyor ve Henry’nin ayağını kaydırmak için her fırsatı kolluyordu.
Odadaki uğultu tıpkı Diadus’un içindeki öfke gibi artıyordu. Sonunda beklediği fırsat ayağına gelen Diadus, artık yerinde duramaz hale gelmişti. Hiddetle ayağa kalktı ve baş ustaya doğru dönerek eliyle odanın kapısını işaret etti.
‘’Baş usta Marcel, görüyorsunuz ya bütün bu karışıklığın sebebi halen aramıza teşrif etmediler!’’
Marcel sandalyenin sol tarafına doğru yaslanarak oturmuş, hala sol elinin parmakları dudağında, sağ eliyse sandelyenin kenarına el bileği dayanmış bir vaziyetteydi. Bu ani çıkış üzerine hiç oturuşunu bozmadan bakışlarını masa örtüsünün deseninden Diadus’a çevirdi. Diadus hiddetle konuşmasına devam ederken diğer herkes dikkatle onu dinlemeye başlamıştı.
‘’Himayetine aldığı o uğursuzu çırak olarak eğitmek onun göreviydi. Sayesinde neredeyse bütün evren ve yaradılış tehlike altında. Bütün buna rağmen çırakları sorgulama görevi ona verildi. Peki neden? Bu işin içinde onun parmağı olmadığını nereden bileceğiz? Bu kadar büyük bir şeyi başka kim yapabilir?’’
O anda Henry içeri girdi. Siyah uzun saçlarının yanlarındaki beyazlarla, giydiği siyah-koyu yeşil detaylı cübbesi ve elindeki parşömenle karanlık bir izlenim veriyordu. Gözlerindeki yorgunluk ise herkes tarafından görülebiliyordu. Henry, Diadus’un onun hakkında söylediklerini duymuştu ve buna hiç de şaşırmamıştı. Aksine Henry, Diadus’a karşı en ufak bir duygu bile hissetmiyordu. Kendisinin ona düşman olduğunu ve ondan nefret ettiğini biliyordu. Bu durum Henry’nin umurunda bile değildi fakat içinde bulundukları şu durumda Diadus can sıkıcı bir unsur olmaya başlamıştı. Eğer Diadus bir cevap istiyorsa, Henry ona ve herkese gereken cevapları verecekti. Masada kendine ayrılmış yere doğru yürümeye başladı. Bir yandan da bütün yorgunluğuna rağmen gür bir sesle herkesi ürpertecek olan şu cümleyi söyledi.
‘’Aida yapabilirdi ve yaptı.’’
Dördüncü de dahil bütün ustalar Henry’e döndü. Henry sol elindeki parşömeni yardımcı Aravel’e doğru uzattı. Aravel parşömeni aldı ve baş ustanın yanına gitti. Sağ eliyle sandalyesini çeken üçüncü büyük usta Henry, otururken hala ayakta olan Diadus’ a baktı.
‘’Evet, olanların sebebi Aida. Üstelik bunu yaparken diğer çırakların hatıralarına dokunmaya bile tenezzül etmemiş. Fakat sorgusundan döndüğüm çırağın durumu diğerlerinden daha farklıydı ve bunun sebebi Aida’nın onunla yakın olması değil. Birileri çırağı benden önce ziyaret etmiş. Sen daha iyi bilirsin Diadus.’’
Diadus kaşlarını çattı, tam cevap vermek üzereyken ikinci büyük usta araya girdi.
‘’Yerine otur Diadus. Şu an burada dinlenilmesi gereken kişi Henry.’’
Diadus ikincinin emri üzerine derin bir nefes soluduktan sonra anında sandalyesine geri oturdu. Sakin ve sanki hiç bir şey olmamış gibi bir tavır takınmıştı çünkü Henry’nin sözüne ettiği ziyareti bizzat kendisi yapmıştı. Aida’nın en yakınlarından olan çırak Angelus olaylar patlak verdiği anda Diadus’un gazabına uğramıştı. Genç çırağı ormanda ölüme terkeden Diadus, ne kadar büyük bir suç işlediğinin farkında değildi. Onun tek derdi Henry’den önce Angelus’dan bilgi almaktı. Henry Angelus’u bulduğunda, genç çırak büyükçe bir kayanın önünde diz çökmüş hareketsiz bir şekilde duruyordu. Çırağın gözlerinin ve ağızının kenarları simsiyahtı. Henry ona seslendiğinde Angelus tepkisiz kalmış, gözünü bile kıpırdatmamıştı. Çırakların içinde en iyilerden olan bu genç adamın anormal durumu, Henry’nin içine şüphe düşürmüştü. Başlarda buna Aida’nın sebep olduğunu düşünse de Angelus’un gözleri ve ağazının kenarındaki siyahlıklara daha dikkatli baktığında bütün bunların aslında Diadus’un işi olduğunu anlamıştı. Diadus maneviyatındaki kusurlarından ötürü yaptığı her büyüde ardında siyah bir is bırakırdı.
Henry yanında oturan Diadus’un gözlerinin içine baktıktan sonra baş ustaya döndü.
‘’Baş usta, sorgulamalar ve bana verdiğiniz diğer görevi yerine getirdim. Yardımcınız Aravel’e verdiğim parşömende bulamadığınız çoğu sorunun cevabını bulacaksınız.’’
Baş usta parşömeni Aravel’den aldıktan sonra diğer ustalara bakarak söz aldı.
‘’Yeryüzünün ve kainatın kadim ustaları. Hepiniz ömrünüzü bilgeliğe adadınız ve alanlarınızda ustalaştınız. Dün akşam yaşadığımız olay yüzyıllar boyunca eşi benzeri görülmemiş benzersiz bir olaydır. Yayılan enerjinin bilinmezliği her ne kadar kaygı verici olsa da önce bu bilinmezliği çözmeli. Bu sebeple yaşanan olaydan hemen sonra hepinizin şüphelendiği usta Henry’i bizzat sorguya çektim. Kendisinin olayla ilgili tek bağlantısı sadece Aida’nın ustası olmasıdır. Usta Henry’nın masumiyetine inanarak onu bu yaşananları daha derinden araştırması için görevlendirdim. Aida’nın ortadan kaybolmasından sonra çırakların sorgulanması için Henry’i görevlendirdim. Hepiniz çırakların sorgulanmasında Henry’nın görevli olduğunu biliyordunuz fakat çırak Angelus olay sırasında ve sonrasında ortalıklarda yoktu. Ben de Henry’ e onu bulması için özel olarak görevlendirdim. Bu özel görevi sadece ben, yardımcı Aravel, ikinci ve üçüncü büyük ustalar biliyordu. Ancak anlaşılan o ki bu odada gizli görevden haberdar olan bir kişi daha var.’’
Baş ustanın son cümlesi ile birlikte odadaki herkes aynı anda Diadus’a bakmaya başladı. Diadus bütün bakışların kendisine dönmesinden bir hayli rahatsız olmuştu. Baş usta, bir yandan elinki parşömeni açerken bir yandan da üçüncü büyük usta Henry’e döndü.
‘’Usta Henry, çırak Angelus’un durumu hakkında lütfen bütün konseyi bilgilendiriniz.’’
Bu cümlesinin ardından baş usta Marcel açtığı parşömene göz gezdirmeye başlamıştı. Üçüncü büyük usta Henry, baş ustadan aldığı bu emirle birlikte yaşadıklarını konseye anlatmaya başladı.
‘’Baş usta tarafından görevlendirildikten sonra Angelus’u bulmak üzere şatodan ayrıldım. Zira baş usta bana Angelus’un enerjisinin şatoda olmadığını söylemişti. Şatodan çıktıktan sonra çeşitli tekniklerle Angelus’un izini sürmeye başladım. Fakat Angelus’un enerjisi yerine çok daha farklı bir enerji hissettim. Bu enerji beni Kuzey Ormanının derinliklerine kadar götürdü. Ben iz sürerken bir anda enerjide bir titreşim hissettim daha sonra da Angelus’ un çığlığını duydum. Çırağı bulduğumda sefil bir haldeydi. Ona seslendim, yanına gittim fakat tepki vermedi. Göz ve ağız çevresinde siyah is vardı.’’
Tam o anda Diadus hiddetle ayağa kalktı. Bağırışları odada yankılanıyoordu.
‘’Saçmalık! O şeytanla iş birliği yapmış. Sırf senin çırağın diye merhamet mi göstermeliydim! Senin beceriksizliğin yüzünden bu haldeyiz. Bir avuç çırağı bile eğitemedin, şimdi de bütün suçu üzerime atmaya çalışıyorsun. Ahmak herif!’’
Bu çıkışın üzerine Henry, Diadus’u öldürmek istedi fakat baş usta araya girdi ve Diadus’un oturmasını emretti. Ardından söze girerek olayların devamını anlattı.
‘’Diadus bir şekilde benim Henry’e verdiğim görevi öğrenmiş ve Angelus’u ondan önce bulmuş. Onu konuşturmak için çırağa eziyetler etmişsin. Son büyünü resmen onu öldürmek için yapmışsın. Çırağı ölüme terketmişsin Diadus. Can çekiştiğini gördüğün halde onu o halde bırakmışsın. Olayları çözdüğümüzde ve ortalık sakinleştiğinde bunun için yargılanman gerekecek. Fakat şimdi zaman birlik olma zamanı. Hep birlikte çalışmalı ve şatodaki kaosu dindirmeliyiz. Çırak Angelus’a gelince, Henry onu şatoya getirdiğinde muayne etmiş karnında bir mühür varmış. Bunun Aida tarafından yapıldığı aşikar fakat mühürün ne anlama geldiğini henüz bilinmiyor. Angelus’un enerjisini de bu mühür değiştirmiş olabilir. Bu arada Diadus’un idda ettiği gibi çırağın Aida ile iş birliği yapıp yapmadığını öğrenmek için bizzat ben Angelus’la ilgileneceğim. Sizler de çıraklarınız ile birlikte eğitimlerinize devam edecek ve onlarla bu olay hakkında çalışıldığını, endişe etmemeleri gerektiğini söyleyeceksiniz. Konuyla ilgili öğrenilen bütün bilgiler derinlemesine araştırılıp kanıtlı bir şekilde raporlaştırılmalı. Bu sebeple belirli aralıklarla bir araya gelip birlikte çalışacağız. Toplantıların duyuralırını bizzat yardımcı Aravel yapacak. Bu akşamlık bu kadar yeterli. Toplantı resmi olarak bitmiştir.’’
Baş ustanın planlaması herkesin aklına yatmıştı. Bazı ustalar odadan ayrılırken bazı ustalar da fikir alışverişinde bulunmak için baş ustanın yanında kalmaya karar vermişlerdi. Henry odadan çıkarken yardımcı Aravel onun yanına geldi.
‘’Usta Henry, baş usta Marcel, çırak Angelus’un odasını değiştirdi. Sizin de bildiğiniz gibi onunla artık kendisi ilgilenecek. Olayların aslının öğrenilebilmesi için bu işin daha az kişiyle yürütülmesi önemli. Bu yüzden sizden itibaren diğer bütün büyük ustaların ve şatodakilerin Angelus’la iletişime geçmesi bir süreliğine yasaklandı. Saygıyla karşılayacağınızı umuyorum.’’
Henry’nın bu duruma iyice canı sıkıldı. Baş ustaya güveniyordu ama olanlar Henry’nin kafasını çok karıştırmıştı. Yine de yardımcı Aravel’e sakinlikle cevap verdi.
‘’Tabii, en iyisini baş usta bilir. Sanıyorum çırağın odası da zaten sadece baş usta ve sizin ulaşabileceğiniz bir yerde. O sebeple, ben tarafından herhangi bir girişimde bulunulmayacağını size garanti ederim.’’
Yardımcı Aravel reveransından sonra odaya geri dönerken Henry, Deadus’u bulmak için etrafa bakındı. Tanrı bilir ya eline bir geçirse ona neler yapacaktı. Çırağı Angelus’un o zavallı hali gözünün önünden bir türlü gitmiyordu. Büyük ve her tarafı yosun tutmuş bir kayaya alnını dayamış hareketsiz bir şekilde duran, seslendiğinde tepki bile veremeyen o zavallı oğlan. Henry onun yanına gittiğinde ve Deadus’un büyüsünden kalan izleri gördüğünde adeta beyninden vurulmuşa dönmüştü. Çırağını koruyamadığı için kendini aciz hissetmişti. Suçluluk duygusu bütün benliğini sarmıştı. İşte tam o anda hayatında ilk defa gözleri dolmuş ve Angelus gibi o da diz çökmuştü. Çırağının kaskatı kesilmiş bededine bakarak elini onun omuzuna koymuştu. Yaptığı şifa büyüsüyle Angelus’un bedeni rahatlamış ve Henry’ nin kucağına düşmüştü. Henry onu tutmuş ve tıpkı bir evlada sarılır gibi sarılmıştı. Angelus’dan binlerce kez özür dilemiş dakikalarca ona sarılarak ağlamıştı. Bilinci yerinde olmayan çırak sonunda şatoya getirildiğinde, Henry onu muayne etmiş ve elinden geleni yaparak onun üzerindeki lanetli büyüleri kaldırmıştı. Henry’nin işi bittiğinde Angelus’un karnınkaki mühür hala duruyordu. Belki de bu mühür yüzünden çırak Angelus derin bir uykudaydı. Henry bu mührün ne olduğunu ve Angelus’un ne yaşadığını öğrenmek istiyordu. Eğer Deadus iblisini bulabilirse ne pahasına olursa olsun onu konuşturmanın bir yolunu bulacak ve her şeyi açıklığa kavuşturacaktı. Henry odadan çıkan ustalardan Deadus’un yerini sordu. Ustalar Henry’e sakin olması gerektiğini ve ortalığı daha da karıştıracak bir şey yapmaması için onu uyardılar. İçlerinden bir tanesi ona Deadus’un hala baş ustanın odasında olduğunu söyledi. Henry derin bir nefes vererek baş ustanın kapısına baktı daha sonra dudaklarından hayal kırıklığını betimleyen şu sözler çıktı ağzından ‘’Yazık, çok yazık.’’. Hiç şüphesiz baş usta Henry’den önce Diadus’u sorgulayacaktı. Oyunun dışında kalmak Henry için ne kadar acı verici olsa da yapılabilecek pek bir şey yoktu.
Baş ustanın odasında ustalardan sadece ikinci büyük usta ve Deadus kalmıştı. Ustalar Deadus’dan neler olup bittiğini anlatmasını istiyorlardı. Ancak ikisi de Deadus’un olası cezasından kurtulmak için yalan söyleyeceğinden şüpheliydiler. Deadus bunun farkındaydı. Öfkeyle baş ustaya döndü.
‘’Baş usta Marcel çıraklığımdan beri size layık olabilmek için elimden geleni yaptım. Bütün hepsi beni görmeniz içindi fakat siz hep benim hatalarımı Henry’nin ise mükemmelliğini gördünüz. Şimdi ise bana güvenmediğiniz için zihnime girmek istiyorsunuz. Bu muameleyi benim gibi bir ustaya nasıl layık görürsünüz?’’ Bir kerecik bana adil olun ve sözlerime güvenin zira onurum üzerine yemin ederim ki her şeyi olduğu gibi anlatacağım.’’
Baş usta ve ikinci büyük usta birbirlerine baktılar. İkinci büyük usta Deadus’u onayladı ve baş usta anlatması için Deadus’a işaret etti. Deadus aldığı emirle söze başladı.
‘’Konuşmalarınızı duyduktan sonra hemen şatodan ayrıldım. Olaylardan sonra ortalık karışık olduğu için Angelus’un enerjisini bulmak zor oldu. Angelus’un bilinci onu bulduğumda yerindeydi fakat yerde iki büklüm olmuş karnını tutuyordu. Beni gördüğünde ona yardım etmem için yalvardı. Karnın ateş topu gibi yandığını söyledi. Olayların da etkisiyle sinirlerime hakim olamadım ve Aida’nın nerede olduğunu öğrenmek için onu hırpaladım. Ona yardım etmedim o da bana neler olduğunu anlatmadı. Sadece ‘’O gitti, o gitti’’ deyip durdu. Konuşması için ona büyü yaptım ve zihnine girmeye çalıştım fakat büyülerimden sonra bile aynı cümleyi tekrarladı durdu. Zihnine girmeye çalıştığımda ise elektrik çarpmış gibi hissettim. Birşey beni geriye çekti ve çırağın zihnine erişemedim. Angelus, ona yaptığım büyülerden sonra kaskatı kesildi. Çırağın ölmediğinden emindim ve o sırada Henry’nin sesini duyduğum için oradan ayrıldım. Henry’nin çırağa yardım edeceğini biliyordum. Üstelik eğer amacım çırağı öldürmek olsaydı emin olun bunu saniyesinde yapardım.’’ Sözleri bittikten sonra Deadus arkasına yaslandı. İkinci büyük usta söz alarak şunları söyledi.
‘’Doğruyu teyit etmemiz için zihnine girmemize karşı geldin ama görünen o ki bunu Henry’nin çırğına sen yapmışsın. Şunu bilmelisin ki bütün bu anlattıklarından sonra yine de verdiğin bilgileri teyit için zihnine gireceğiz. Neden biliyor musun? Çünkü sen de bir başkasına merhamet göstermedin.’’
Baş usta ikinci büyük ustanın sözünü kesti ve Diadus’ a o önemli soruyu sordu.
‘’Angelus’un Aida’ya yardım ettiğini nereden biliyorsun?’’
‘’Angelus’un Aida’ya yardım ettiğini nereden biliyorsun?’’
Diadus bakışlarını baş ustaya çevirdi. ‘’Biliyorum çünkü bu çok açık. Bir düşünün Angelus sürekli Aidanın gittiğini söyleyip duruyordu. Angelus çok güçlü bir çırak istese Aida’yı durdurabilirdi fakat görünen o ki bütün eğitimlerini hiçe sayıp gardını indirmiş ve gitmesine göz yummuş. Aida da bunun karşılığında arkadaşına küçük bir hediye bırakmış’’ Diadus ikinci ustaya baktı ve sözlerine devam etti. ‘’Beni yargılıyorsunuz ama şu bir gerçek ki şu an verdiğim bilgiler olmasa belki de tam tersi ihtimalleri araştırıyor olacaktınız. Evet, mühür düşündüğünüzün aksine bir lanet değil, bir kalkan. Yoksa zihine girme büyüm nasıl geri tepsin ki? Olacak şey değil.’’
Baş usta Marcel ayağa kalktı. Diadus’un yanına geldi ve elini omuzuna koydu.
‘’Sana çok şey öğrettim Diadus ama her şeyi değil.’’ Baş usta bu cümleyi söyledikten sonra öbür elini Diadus’un başına koyarak onun zihninin derinliklerine girdi. Baş usta zihne girme büyüsünün bütün inceliklerini bilirdi. Yaptığı araştırmalarda, kalkan olmaksızın bu büyüden korunmanın ya da büyü yapılan kişinin gerçekliği değiştirme olasılığının olduğunu bilirdi. Fakat bu bilgiyi kendisi gibi kadim birkaç büyücü bilirdi. Bundan da şöyle bir sonuç çıkıyordu, ya Diadus haklıydı ya da olaylardan önce Angelus bu büyüden korunma hakkında bilgiye sahipti. Geçmişte Henry ile yaşadıklarını düşündükçe ikinci ihtimalin gerçeklik değeri artmıştı. Baş usta Marcel Diadus’un zihninden çıktığında Diadus’un ifadesini doğruladı ve çıkması için ona kapıyı işaret etti. Diadus bitkin bir halde odadan çıktığında ona yapılan bütün bu aşağılamaların intikamını alacağını biliyordu.